Aktüel Kimya

Biz hayatı kimya ile açıklıyoruz. Kimyasız hayatı düşünemiyor, hayatımıza kimya ile anlam katmaya çalıyoruz. Günlük hayatta kimya ile ilgili ip uçlarını bu blogda veriyoruz.

27 Haziran 2012 Çarşamba

Su



Su günlük hayatımızda kullandığımız en önemli maddedir. Susuz hayat da, susuz kimya da düşünülemez. Hayatın kaynağı, insanların vazgeçilmezi, dünyanın dörtte üçü ... sudur. Bir kimyagere göre; kohezyon kuvvetine sahip renksiz, kokusuz ve tatsız sıvı , H2O, 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomundan meydana gelen bir bileşiktir su. İnsan yemek yemeden haftalarca canlılığını sürdürebilirken susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Kanın %92'si, kemiklerin %22'si, beynin ve kasların %75'i sudur. Bu yazımızda hayatımızda önemli bir yere sahip olan suyu yakından tanımaya çalışacağız.

Su  Tanımları:

-Doğal mineralli su: Yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde uygun jeolojik şartlarda doğal olarak oluşan, bir veya daha fazla kaynaktan yeryüzüne kendiliğinden veya teknik usullerle çıkartılan, mineral içeriği, kalıntı elementleri ve diğer bileşenleri ile tanımlanan, her türlü kirlenme risklerine karşı korunmuş yeraltı sularıdır [1]. Doğal mineralli suyun katı tortu olarak hesaplanan mineral miktarı 1500 mg/L’den fazla ise “zengin mineralli”, 500 mg/L’den az ise “düşük mineralli”, 50 mg/L’den az ise “çok düşük mineralli” şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmayı ambalajlı suyun etiketinde görmeniz mümkündür. Maden suyu olarak adlandırılan sular da doğal mineralli su kapsamında değerlendirilmektedir. Fakat maden sularındaki mineral miktarı, evlerimize aldığımız doğal mineralli sulardan daha fazladır. Ülkemizde piyasa sunulan ambalajlı doğal mineralli sular işlem görmeden, şişelenmektedir. Yurt dışındaki mineralli sulara, suyun yapısında olmayan bazı mineraller dışarıdan ilave edilmektedir. Ülkemizdeki ‘Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik’ gereği bu işlemin yapılması yasaktır. Bu denele ‘Doğal’ olarak adlandırılmaktadır.

-Doğal Kaynak Suyu: Jeolojik koşulları uygun jeolojik birimlerin içinde doğal olarak oluşan, bir veya daha fazla çıkış noktasından yer yüzüne kendiliğinden çıkan veya teknik usullerle çıkartılan ve suyun kimyasal ve mikrobiyolojik yapısını değiştirmeyen, yönetmelikte izin verilenler dışında her hangi bir işleme tabi tutulmaksızın ilgili yönetmelikteki fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif nitelikleri taşıyan, etiketleme gerekliliklerini karşılayan ve satış amacı ile ambalajlanarak piyasaya arz edilen yer altı sulardır [2]. Doğal Kaynak suları adından da anlaşılacağı üzere kaynağından çıktığı gibi şişelenen sulardır. Bu suların kimyasal ve mikrobiyolojik yapısında değişiklik meydana getirecek işlemler yapılamaz. İlgili yönetmelik gereği kaynak sularına kendisine karakteristik özellik veren önemli elementlere ilişkin suyun kaynağındaki niteliğini değiştirmemek kaydıyla uygulanan, muhtemelen oksijenlemeyi takiben demir ve kükürt gibi kalıcı olmayan elementlerin filtrasyon ve boşaltma yoluyla ayrıştırılması, ozonla zenginleştirilmiş hava kullanılarak demir, mangan, kükürt ve arseniğin ayrıştırılması ve tamamen fiziksel yollarla serbest karbondioksidin kısmen veya tamamen ayrıştırılması işlemleri ile kaynak suyunun kimyasal ve mikrobiyolojik niteliklerini değiştirmeyecek tarzda suda asılı kalan çözülmemiş partikülleri uzaklaştırmaya yönelik filtrasyon işlemleri dışında herhangi bir işlem uygulanmaması esastır. Bu amaçla kaynak sularında ozon kullanıldığında; ozon yan ürünleri bromat ve bromoform analizleri yapılmakta, buna göre ozon miktarı ayarlanmaktadır.

-İnsani Tüketim Amaçlı Su: Orijinal haliyle ya da işlendikten sonra, dağıtım ağı, tanker, şişe veya kaplar ile tüketime sunulan içme, pişirme, gıda hazırlama ya da diğer evsel amaçlar için kullanılan bütün sular ile suyun kalitesinin, gıda maddesinin nihai halinin sağlığa uygunluğunu etkilemeyeceği durumlar haricinde insani tüketim amaçlı ürünlerin veya gıda maddelerinin imalatında, işlenmesinde, saklanmasında veya pazarlanmasında kullanılan bütün sularıdır [2]. Ambajlı suların yaygın olmadığı dönemlerde su istasyonlarında satılan sular bu nitelikteki sulardı.

-İçme Suyu: Jeolojik koşulları uygun jeolojik birimlerin içinde doğal olarak oluşan, bir çıkış noktasından sürekli akan veya teknik usullerle çıkarılan ve Sağlık Bakanlığınca uygun görülen dezenfeksiyon, filtrasyon, çöktürme, saflaştırma ve benzeri işlemler uygulanabilen ve parametre değerlerinin eksiltilmesi veya arttırılması suretiyle fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif parametre değerleri elde edilen, etiketleme gerekliliklerini karşılayan ve satış amacı ile ambalajlanarak piyasaya arz edilen yer altı sulardır [2]. Bu sular işlenmiş sulardır. İçme sularının doğal kaynak sularından temel farkı işlem görmüş olmalarıdır. Tüketiciler içme suyu ile doğal kaynak suyu farkını şu şekilde anlayabilirler: ilgili yönetmelik gereği işlenmiş suların etiketleri kahverengi ve tonları ağırlı olarak dizayn edilmiş, doğal kaynak sularının etiketleri ise mavi ve tonları ağırlıklı olarak dizayn edilmiştir. Sağlık açısından değerledirildiğinde; doğal kaynak sularının içme sularından daha sağlıklı olduğuna dair herhangi bir bilimsel çalışma mevcut değildir.

-İçme-Kullanma Suyu: Genel olarak içme, yemek yapma, temizlik ve diğer evsel amaçlar ile, gıda maddelerinin ve diğer insani tüketim amaçlı ürünlerin hazırlanması, işlenmesi, saklanması ve pazarlanması amacıyla kullanılan, orjinine bakılmaksızın, orijinal haliyle ya da arıtılmış olarak ister kaynağından isterse dağıtım ağından temin edilen ve fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif parametre değerlerini sağlayan ve ticari amaçlı satışa arz edilmeyen sularıdır [2].  Bu sular musluklarımızdan akan şebeke sularıdır. Bu sular dere, nehir, göl, baraj vb. kaynaklardan alınarak; çeşitli işlemlerden geçirilip, sağlık açısından risk taşımayacak hale getirilip bizlere sunulmaktadır. Bu neden bu suların kaynağının durumundan çok nihai tükeciye ulaştığı anda ki özellileri önem taşımaktadır. Ülkemizde bu yöntem kullanılmamasına rağmen, yurtdışında kirli kanalizasyon suları dahi arıtılarak içilebilecek konuma getirilebilmektedir.



Su ve Sertlik Kavramı

Sabunu köpürtmeyen suya sert su denir.  Sertliğin ana kaynağı kalsiyum ve mağnezyum iyonlarıdır.
Ca+2   + 2 C17H33COONa → (C17H33COO)2Ca ↓ + 2 Na+   (1)
Mg+2  + 2 C17H33COONa → (C17H33COO)2Mg ↓ + 2 Na+  (2)

(1) ve (2) reaksiyonlarında görüldiği gibi sabun ile Ca+2  ve Mg+2   iyonlarıyla sabun reaksiyona girdiğinde çözünmeyen kalsiyum ve mağnezyum sabunlarını oluşturmakta, dolayısıyla köpürmemektedir. Ortalama bir sertliği insan sağlığı açısından zararı olmamasına rağmen içimi hoş değildir. Doğal kaynak suları yumuşak sulardır. Bu nedenle içimleri lezzetlidir ve insandan bir içmede daha fazla suyu içebilmektedir. Sert sulardan insanlar daha az içme eğilimi göstermektedirler. Doğal mineralli sularda çözünmüş mineral miktarı fazla olduğu için doğal kaynak sularına oranla daha serttirler. Ama yine de doğal mineralli sular da genel itibariyle yumuşak sulardır. İçme suları zaten üzerinde işlem yapıldıkları için sertliği giderilmiş sulardır. Musluklarımızdan akan sula üzerinde sertlik giermek için her hangi bir işlem yapılmadığı için bölgenin su özelliğine göre sertlikleri değişmektedir. Piyasaya doğal kaynak sularının girmesiyle birlikte damak tadımız yumuşak suya alıştığı için musluk sularının tüketimi zor olmaktadır.

Suyun sertliğini kalıcı sertlik ve geçici sertlik olarak iki şekilde sınıflandırmamız mümkündür. Isıtıldığında kaybolan ve kalsiyum ve/veya mağneyum bikarbonattan ileri gelen sertlik geçici sertlik olarak adlandırılır. Çaydanlıklarda sarımsı-kahverengi lekelerin oluşması bu nedenledir. Toprak alkali metallerin silikat, nitrat, klorür ve sülfatları ısıtıldıklarında giderilemez. Bunların oluşturduğu sertliğe kalıcı sertlik adı verilmektedir. Aşırı ısıtma yapılır ve su buharlaştırılırsa; bu maddeler borularda ve kazanlarda taş oluşumuna neden olurlar. Zaten sulardaki suyun en büyük zararı endüstride boru ve kazanlarda oluşturduğu bu etkidir. Bu amaçla endüstriyel ve içme-kullanma sularını yumuşatma amacıyla fosfat yöntemi, damıtma yöntemi, zeolit-permutit yöntemi ve kireç soda yöntemi uygulanabilmektedir. En yaygın kullanılan yöntem kireç soda yöntemidir.

Suların sertliği; Alman sertlik derecesi, Fransız sertlik derecesi, İngiliz sertlik derecesi ve ppm gibi çeşitli birimle ifade edilmektedir. En yaygın kullanım oFr (Fransız Sertlik Derecesi)’dir.(1˚Fr=10 mg CaCO3/1lt. Su)
Toplam Sınıflandırma                                             
Sertlik
0-5 Fr
 Çok Yumuşak Su
5-10 Fr             
Yumuşak Su
10-20 Fr            
Orta Sert Su
20-30 Fr              
Sert Su
>30 Fr            
Çok Sert Su
Tablo-1 : Suyun sertlik değeri açısından sınıflandırılması.

pH kavramı ve Suların pH’sı

pH bir çözeltinin asitlik veya bazlık derecesini tarif eden ölçü birimidir. pH hidrojen iyonun aktivitesi cinsinden bir asit veya bazın derecesini ifade etme yoluyla ihtiyaç duyulan niceliksel bilgiyi sağlar. Bir maddenin pH değeri hidrojen iyonu [H+] ile hidroksil iyonunun [OH-] derişimlerinin oranına direk bağlıdır. pH ölçüsü 1’den 14’de kadardır. pH 7’de hidrojen ve hidroksil iyon sayısı eşittir ve pH 7 nötrdür. pH 7’nin aşağısı asidik, pH 7’nin üzeri bazik pH olarak nitelendirilmektedir.  TS-266’ya göre içme sularındaki pH değerinin 6.5-8.5 arasında olması uygun  görülmektedir. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki yönetmeliğe göre ise; 6.5-9.5 arası sulara sağlık açısından risk taşımamakta, ambalajlanmış sularda pH’nın 4.5’e kadar düşmesine izin verilmektedir. Yine de bu parametre içme suyunun güvenliği hakkında  doğrudan bilgi vermemektedir. Düşük pH’lı sular korozif oldukları için borulardaki bir takım zehirli metalleri çözebildiğinden içilmeleri pek tavsiye edilmez.  İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki yönetmeliğindeki pH limitlerini aşmayan yüksek pH’lı sular özellikle mide rahatsızlığı olanlar için tavsiye edilmektedir. Çünkü diyetle alınan gıdalarda asitlik artmakta yani pH düşmektedir. İçtiğimiz suyun pH’sı ortalam 7.5 ve üzeri olmalı ki bu pH’yı dengeleyebilsin. Elbette vücudumuz bunu dengeleyebilir, fakat mide problemi olanlarda asidite artıkça, rahatsızlıklar artmaktadır. Vücut kanın pH’ını sürekli 7.35-7.45 aralığında tutmaya çalışır. Kısacası bazik olan yani pH’sı 7’den büyük olan suların tüketilmesi daha faydalıdır. Vücutta tüm metabolik işlemler dengeli bir pH’a bağlıdır.


Ambajlanmış Su Etiketi Okur-Yazarlığı

Aslında bilinçli tüketicinin satın alacağı her ürünün etiketini dikkatle incelemesi gerekmektedir. Fakat etiketlerdeki anlaşılmaz bazı ifadeleri okumanın ne faydası olacak diye bilirsiniz. Bu konuda temel bazı bilgileri öğrenmek gerekmektedir.

Doğal Kaynak Sularının Etiketleri

Bir doğal kaynak suyu şişesini   veya herhangi bir ürünü elinize aldığınızda ilk bakmanız gereken son kullanma tarihine bakmak olmalıdır. Doğal Kaynak sularının etiketinde mavi tonlar ağırlıktadır. Eğer kahverengi tonlar hakimse bu su doğal kaynak suyu değil, işlenmiş sudur. Etikette mavi tok yoksa bile mavi şerit kullanılmış olmadır. Etikette bazı parametre sonuçlarının yazılması zorunludur. Bu parametler ve normal değerleri tablo-2’de verilmiştir.

Parametre
Parametrik Değer
Birim
Alüminyum
200
μg/L
Amonyum
0,50
mg/L
Klorür
250
mg/L
C. perfringens (sporlular dahil)
0
sayı/100 ml
Renk
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

İletkenlik
2500
20 °C’de μS / cm
PH
6,5 -9,5
pH birimleri
Demir
200
μg/L
Mangan
50
μg/L
Koku
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

Oksitlenebilirlik
5,0
mg/L O2
Sülfat
250
mg/L
Sodyum
200
mg/L
Tat
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

22 °C’de koloni sayımı
Anormal değişim yok

Koliform bakteri
0
Sayı/100 ml
Toplam Organik Karbon (TOC)
Anormal değişim yok

Bulanıklık
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

Tablo-2: Doğal Kaynak Sularının Etiketinde Bulunan Parametreler.
Bu parametleri kısaca açıklamamız gerekirse;
-Renk:Yapraklar, kozalaklı  ağaç meyveleri, ağaç ve sebze artıkları gibi organik maddelerin suyla temasında çözünmeleriyle sular renkli hale gelebilir. Ayrıca tannin, hümik asit ve hümat gibi maddelerin suda çözünmesiyle sular renkli olabilir. Ayrıca demir ve manganı yüksek olan sular sarımsı renkte olmaktadır.  Bu sular tüketilmemelidir.
-Bulanıklık:  Su içerisinde çökebilen veya kolloidal askıda maddeler varsa bunlar sularda bulanıklığa sebep olur ve fiziksel görünümünü bozar. Bu tür sular tüketilmemelidir.
-Tat ve Koku: Sulardaki koku ve tat pekçok etkene bağlıdır. Suların yapısında organik maddeler varsa, klorlama yapılmışsa, çözünmüş gazlar  mevcutsa, canlı organizmal faaliyetleri var; mikroorganizma üremişse,  demir, mangan ve korozyonun metalik ürünleri bulunuyorsa,  fenol gibi endüstriyel atık kirliliği mevcutsa bu suların tat ve kokularında değişiklik meydana gelir.
-Koloni Sayısı: Ekilen besiyerinde üreyebilen tüm canlı hücrelerin sayısıdır. Su içerisinde mikroorganizma üreyip, üremediği hakkında bilgi vermektedir.
-Koliform Bakteri: Çubuksu, gram negatif bakterilerdir. Suda varlıkları suyun dışkı kaynağı tarafından kontamine olduğunun göstergesidir.
- C. Perfringens: Anaerobik, gram pozitif, spor oluşturan çubuk şeklinde bir bakteridir. Kendisi kadar toksinleri de zararlıdır. Sulardaki varlığı fekal bir kirliliğe işaret etmektedir.
- Alüminyum: Alüminyum ve bileşikleri suların arıtımında koagülan olarak en fazla kullanılan maddelerdir. Sudaki alüminyum kaynajkları; suyun bulunduğu yer kabuğu katmanında çözerek bünyesine kattığı alüminyum + arıtma sırasındaki alüminyum geçişi+ endüstriyel atıklarla kirlenmedir. Vücutta aşırı alüminyum birikimi nörotoksiste neden olmaktadır.
-Amonyum: Suda iyonize olmayan (NH3) veya iyonize (NH4+) formda bulunabilir. Suya endüsriyel, tarımsal  faaliyetler, kloraminsyonla dezenfesiyon yan ürünü olarak geçebilir. Amonyumun yüksek olması bakteriyel, kanalizasyon ve hayvancılık atığı kirliliğini göstergesidir.
-Klorür: Klorürü suların dezenfeksiyonunda kullanılan klorla karıştırmamak gerekir. İçme suyundaki klorür doğal kaynaklar, kanalizasyon, endüstriyel deşarjlar, kara karşı sokaklara atılan tuz, kıyı alanlarında tuzlanmadan kaynaklanmaktadır. Klorürün yüksek olması suyun tadında değişikliklere yok açmaktadır.
-İletkenlik: Suyun içinde bulunan elektrolit miktarının bir ölçütüdür. Suyun yapısındaki çözünmüş katı maddeler ile yakından ilişkilidir. Sıcaklık arrtıkça azalır, kirlik arttıkça artar.
-Demir: Doğal olarak suyun yapısında bulunabildiği gibi korozif suların geçtiği ortamdan yapısına aldığı ve su arıtmada demir ve/veya demir bileşiklerinin koagülan olarak kullanımı sonucu sudaki demir miktarı artabilir.
-Mangan: Suyun yapısında doğal olarak bulunmaktadır. İnsan sağlığı açısından hem eksikliği hem de fazlalığı zararlıdır. Nörolojik etkileri soz konusudur.
-Oksitlenebilirlik ve TOC: Sudaki organik karbonun bir ölçüsüdür. Organik kontaminasyonun belirlenmesi amacıyla ölçülmektedir. Ne kadar çok karbon/organik madde varsa o kadar çok O2 tüketilir. Fazlalığı suyun kirliğinin bir ölçüsüdür.
-Sülfat: Suyun yapısında doğal olarak bulunabildiği gibi endüstriyel atıklarla suyun kirlenmesi sonucu da suya geçmiş olabilir. Fazla miktarda alınımı laksatif etki (ishal) yapabilir. Ayrıca suların tadında değişikliğe sebep olur.
-Sodyum: Sodyum (Na) hücre dışındaki katyonlar arasında en çok bulunan madendir. Sodyum vücudun asit-baz dengesinin ayarlanmasında etkili olduğu gibi, organizmadaki ozmotik basıncın oluşmasına da katkıda bulunarak, vücudun su tutmasını sağlamaktadır. Suda sodyum bulunması vücudumuzun sodyum ihtiyacının karşılanmasına katkıda bulunmaktadır. Bu sodyumun hipertansiyon oluşturması veya tuz etkisi göstermesi söz konusu değildir. Ancak suda  200 mg/L’nin üzerinde olması tat açısından olumsuzluk meydana getirebilir.

Doğal kaynak sularının etiketlerindeki parametlerin amlamı kısaca bu şekildedir. Bu sonuçlar zaten normal limitleri taşımak zorundadır aksi halde üretimine ve piyasaya sunulmasına izin verilmez. Ancak yine de bu konuda biraz bilgimizin olması, daha bilinçli bir seçim yapmamıza katkıda bulur. Doğal kaynak sularının etiketlerinde yer alan analiz sonuçları su kaynağı ilk bulunda yapılan anlizler olmasına karşılık bu sular sürekli olarak Sağlık Bakanlığı tarafından kontrol edilmektedir. Kaynak suyu fabrikasının üretim kapasitesine göre değişmekle birlikta ayda en az bir kez bu sular kontrol izlemesi parametrelerine göre analiz edilerek; denetlenmektedir.

Doğal Mineralli Suların Etiketleri:
Doğal Mineralli sular ve maden sularında etikette suyun yapısında bulunan anyon ve katyon miktarları verilmektedir. Bu parametreler tablo-3’de verilmiştir.

Anyonlar
Sembol
Bulunabilecek maksimum miktar mg/L
Florür
F-
5.0
Fosfat
PO4

Bikarbonat
HCO3

Karbonat
CO3

Klorür
Cl-

Nitrat
(NO3)
50
Nitrit
(NO2)
0.1
Silikat
SiO2

Sülfat
SO4

Sülfit
SO3
0.05
Katyonlar


Alüminyum
Al
0.2
Amonyum
NH4

Kalsiyum
Ca

Magnezyum
Mg

Potasyum
K

Sodyum
Na

Demir
Fe+2

Tablo-3: Doğal Mineralli suların etiketlerinde yer alan parametreler

Ambalajlı Su Alırken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar:

-Mutlaka son kullanma tarihlerini kontrol ediniz.
-Kapaklarının orijinal olmasına dikkat ediniz. Özellikle damacanlar geri dönüşümlü olduğu için bu özelliğe dikkat ediniz. Damaca kapaklarında ‘Shiring’ olup olmadığını kontrol ediniz.
-Çok eskimiş ve yıpranmış damacana suları almayınız.
-Sular açıkta güneş altında beklemişse; şişenin yapısından suya kimyasal geçişi olabileceğinden güneşte bekleyen ürünleri almayınız.
- Sular tüp, alkol gibi kokulu yerlerde depolandığında şişelerin geçirgen yapısı nedeniyle koku absorbe edebileceğinden; tüp ve suları aynı yerde tutan yerlerden su almayınız.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik,Yayımlandığı Resmi Gazete: 1 Aralık 2004, Sayı: 25657.
[2] İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik,  Resmi Gazete Tarihi: 17/02/2005 Resmi Gazete Sayısı: 25730.

Devamını Oku »

25 Haziran 2012 Pazartesi

Propolis Mucizesi



Propolis arıların bitki filiz ve tomurcuklarından topladığı,  antibakteriyal, antiviral, antifungal, antioksidan, antiparazitik özelliklere sahip, bal mumu ve arı enzimleriyle karışık, yapışkan ve reçinemsi bir maddedir [1]. Arılar propolisi kavak, meşe, kayın, okaliptus ağaçları ve çalılıklardan toplarlar. Propolis, eski Yunan’da pro (ön, giriş) ve polis (şehir) anlamında, bal arılarının kovan savunması ile ilgili olarak kullanılmıştır. Propolis çok eski çağlardan beri bilinmekteydi. Mısırlılar ölülerin çürümesini engellemek amacıyla propolisten faydalanmışlardır. Yunanlılar doğal bir antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadıgımız yüzyılda  tedavi edici özelliğinin yanısıra doğal kozmetik ve sağlık için kullanılan gıda takviyelerinin içeriğine eklenmektedir [2, 3].

Kimyasal Yapısı:

Propolis içeriği; toplanılan bitki kaynağına, arı türü, ırkı ve ekolojik koşullara bağlı olarak değişmektedir. Yapısında yaklaşık 150 kimyasal bileşik, 20'den fazla mineral madde, bal mumu, reçine ve polen bulunmaktadır. Bunlardan %50’si reçineli bileşikler ve balsam, %30 bal mumu, %10 temel ve aramotik yağlar, %5 polen ve diğer maddelerdir [4].

Bileşik Sınıfı
Bileşik
% 40-60 Balsam
Fenolik maddeler: Fenoller, Fenolik asitler, Flavonoidler, chalconler, fenolik gliseridler
Diğerleri: Alifatik ve fenolik asitler, alkoller, esterler, aldehitler
%3-5 Aromatik yağlar
Mono sesquiterpenler
%20-35 bal mumu
Bal mumu maddeleri
%5 Diğer maddeler
%2,1 temel mineraller , %2 polisakkaritler, %0,7 proteinler, amino asitler, aminler ve amidler, eser miktarda karbonhidratlar, laktonlar, benzoik asit ve esterleri, steroidler, vitaminler
Tablo-1: Kavak ağacından elde edilmiş propolisin içeriği [5].

Propolis 15-25°C arasında mum kıvamında elastik bir yapı göstermekte, soğukta katı kırılgan bir şekle dönüşmektedir. Yüksek sıcaklıklarda (30-40°C) yumuşayıp yapışkan bir durum almakta, 80°C da kısmen erimektedir. Propolisin rengi bitki kaynağına bağlı olarak sarı, yeşil ve koyu kahverengine kadar değişim göstermektedir. Suda az çözünmektedir. Tıbbi amaçlı kullanımlar için %70’lik etanolde çözülmüş çözeltisi kullanılmaktadır.

Sağlık Üzerine Etkisi:

Propolisin sağlık üzerine etkisinin belirlenmesi üzerine literatürde çok sayıda çalışma mevcuttur.  

-Antimikrobiyal etkisi: Tüm propolis türlerinin antimikrobiyal etkiye sahip olduğu bildirilmiştir.  Propolisin etkili olduğu bakteri türleri: Gram-pozitif bakteriler (Bacillus cereus, Bacillus mesentericus, Corynebacterium spp., Corynebacterium diphtheriae, Diplococcus pneumonae, Enterococcus spp., Mycobacteria sp., Mycobacterium tuberculosis, Staphylococcus aureus, Streptococcus: critecus epidermis faecalis mutans, pyogenes, viridans, sobrinus), Gram negatif bakteriler (Branhamella catarrhalis, E. coli, Helicobacter pylori, Klebsiella ozaemae, Proteus vulgaris, Pseudomonas aeruginosa, Salmonella: choleraesuis, dublin, enteritidis, exneri, gallinarum, pullorum, , paratyphi-A, paratyphi-B, Shigella: dysinteriae, sonnei) [5]. Bu nedenle propolis geniş spektrumlu bir antibiyotik olarak kabul edilebilir.

-Antiviral etkisi: Propolisin herpes virüsü, potato virusu, influenza (grip) virusu, adenovirüs, coronavirus, newcastle hastalığı, polio virüs, rotavirus üzerine etkisi olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur [6].

-Antifungial (Mantara karşı) Etkisi: Candida albicans, candida glabrata, candida krusei, ve Trichosporon spp. gibi mantar türlerine karşı etkilidir [7].

-Antiparazit Etkisi:  Cholomonas paramecium,  giardia lambia, trichomonas vaginalis, trypanosoma cruzi gibi parazit türleri üzerine etkilidir [8].

-Antioksidant etkisi: Propolis içerindeği bulunan flavonoidler vasıtasıyla antioksidant etkiye sahiptir. Yapılan çalışmalarda bileşiminde toplam polifenol miktarı fazla olan propolislerin daha fazla antioksidan etkiye sahip olduğu belirlenmiştir [9]. Propolis içeriğindeki maddeler vücudumuzdaki serbest radikallere zararlı etkisini ortadan kaldırarak; çeşitli kanser türleri, immün sistem rahatsızlıkları, romatoid artrit, kardiovasküler ve nörodejeneratif  hastalıklara karşı vücudu korumaktadır.

-Antihistaminik etkisi: Propolis histamin ve serotonin kaynağıdır. Histamin ve seratonin vücudun herhangi bir alerjiye karşı mücadelesi için gereklidir. Antihistaminik etkisi propoliste bulunan biofalavoidin alınması ile gerçekleşmektedir. 

-Propolisin etkili olduğu hastalıklar: Astım, romatizma,  akciğer hastalıkları, kanser, doku yenileyici, şeker hastalığı, toksinleri vücuttan atma, sindirim, solunum, dolaşım sistemi bozuklukları, beriberi,  deri ülseri, diş ağrısı,  mide ülseri, nefrit, kanı temizleme, kolesterolü ve trigliseriti düşürme, unutkanlık, beyin damarlarının kireçlenmesi, yağ yakıcı, guatr, kalp yetmezliği, kaşıntı,tansiyon, prostat, damar sertliği [5, 6, 10].

Geçmişteki Sağlık uygulamaları: Eski Sovyetler Birliği’nde verem hastalığının iyileştirilmesinde hastalara 4 aydan 10 aya kadar 3 kez propolis verilmiş, olumlu sonuçlar alınmıştır. Romanya’da ülser tedavisinde, Rusya’da ameliyat öncesi ve sonrası enfeksiyonu önlemek ve ateş yükselmesini önlemek için hastalara propolis verilmiştir. 

Propolisin kozmetik sektöründe kullanımı:

İşlev
Kullanıldığı Yer
Anti-bakteriyel
Deodorantlar, ter önleyiciler
Kepek önleyici
Şampuanlar ve saç losyonları
Anti-mikrobiyal
Akne önleyiciler, traş sonrası losyonlar
Temizleme
Cilt temizleyici krem ve losyonları
Koruyucu
Tüm Kozmetikler
Tablo-2: Kozmetik sektöründe propolis kullanımı [11].

Kozmetik sektöründe propolis anti-alerji, anti-iltihap, anti-androjen, anti-lipaz, anti-mikrobiyal ve kollajen sentezini arttırıcı etkileri nedeniyle cilt koruyucu olarak kullanılmaktadır [12].

Propolis kullanım şekilleri:

Kimyasal olarak sentezlenen ilaçların artan yan etkileri ve doğal ürünler kullanmaya yönetlik talebin artmasıyla birlikte, propolisten yeni ürünler elde edilmiştir: Kapsül, tablet, granül, pastil, sakız, dudak kremi, diş macunu, ağız spreyi, sabunu, jeli, tozu... Ham propolis ağızda yumuşatılarak sakız şeklinde çiğnenebilir niteliktedir. Propolis güvenli bir diyet ürünü olduğu, düzenli alındığında herhangi bir yan etkisinin olmadığı, hemen her türlü hastalığa karşı olumlu bir direnç yarattığı bilinmekteyse de bazı bünyelerde alerjik etki oluşturma ihtimali mümkün olduğu ve içeriğinde çok sayıda doğal kimyasal madde bulundurduğu için özellikle belirgin bir hastalığı olanların doktor tavsiyesi ve gözetiminde kullanılması önerilir.

Sonuç:

Doğal ürünlere olan ilginin arttığı günümüzde, geçmişte de tıbbi uygulamaları olan propolis antibiyotik ve diğer pek çok özelliği ile karşımıza çıkmaktadır. Propolis içeriğindeki farklı ve çok sayıdaki kimyasal madde ile farklı amaçlarla kullanılabilmektedir. Farklı bölgelerden elde edilen propolisin farklı bileşimlere sahip olması nedeniyle kullanımdan önce propolisin içeriği belirlenerek, bu içeriğe uygun amaçlarda kullanılması gerekmektedir. Kullanım açısından güvenilir bir ürün olmasına rağmen, ilaç amaçlı kullanımlarının doktor tavsiyesi ve gözetiminde olması gerekmektedir.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] Bankova, V., Castro, S.L., Marcucci, M.C., Propolis: recent advances in chemistry and plant origin. Apidologie 31, 315, 2000.
[2] Ghisalberti, E.L., Propolis: A review, Bee World 60, 5984, 1979.
[3] Castaldo, S., Capasso, F., Propolis, an old remedy used in modern medicine, Fitoterapia 73, S16, 2002.
[4] BURDOCK, G. A., Review of the biological properties and toxicity of bee propolis, In Food Chemistry and Toxicology, vol. 36, p. 347-363, 1998.
[5] Bogdanov S., Propolis:Composition, Health, Medicine: A Review, Bee Product Science,
www.bee-hexagon.net, 11 April 2011.
[6] FAO,  Agriculture and Consumer Protection, Propolis, http://www.fao.org/docrep/w0076e/w0076e14.htm
[7] KOC, A. N., SILICI, S., KASAP, F., HORMET-OZ, H.T., MAVUS-BULDU, H., ERCAL, B. D., Antifungal Activity of the Honeybee Products Against Candida spp. and Trichosporon spp., Journal of Medicinal Food, 14 (1-2): 128-134, 2011.
[8] Martos I., Cossentini M., Ferreres F., Tomas-Barberan F.A., Flavonoid Composition of Tunisian Honey and Propolis. J. Agric. Food Chem. 54:2824–2829, 1997.
[9] KUMAZAWA, S., HAMASAKA, T., NAKAYAMA, T., Antioxidant activity of propolis of various geographic origins, Food Chemistry,  84 (3): 329-339, 2004.
[10] Hepşen, F., Tilgen, F., Er, H., Propolis:Tıbbi Özellikleri ve Oftalmolojik Kullanımı, Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 3(4):386-391, 1996.
[11] KRELL, R., Value-added products from beekeeping, FAO Food and Agriculture Organization of the United Nations Roma; 409 pp, 1996.
[12] TATSUHIKO, T., NAOKO, K., YUKO, H., Application of the material of honeybee origin,  Application of the cosmetic material of the honeybee origin (Japanese),  Frag J. 30: 17-24, 2011.

Devamını Oku »

12 Haziran 2012 Salı

Meyve Çekirdeklerindeki Siyanür Tehlikesi



Olgunlaşmamış, Güneşte Kurutulmuş Siyanojenik Bitki Çekirdeklerindeki Tehlike

Siyanür, siyano grubu (-C≡N ) içeren kimyasal bir bileşiktir. Hidrosiyanik asit ve bu asitten türeyebilen metal tuzlarının genel adıdır [1]. Zehirli olmasından dolayı ve altın, gümüş madenlerini çıkarmak için kullanıldığınde çevreci protestolarla sık sık karşılaşıldığı için halk tarafından bilinen ve duyulan bir bileşiktir. HCN (Hidrosiyanik asit), acı badem kokusunda çok uçucu bir sıvıdır. Siyanürü doğal olarak üreten birçok bitki, bakterive böcek vardır. Kiraz, badem, kayısı, şeftali, erik, fasulye, patates, turp, lahana, şalgam, brokoli ve mısır siyanürlü bileşikleri doğal olarak üretmektedir [1]

Kiraz, acı badem, kayısı, şeftali, erik, armut çekirdeklerinin içinde bulunan amigdalin isimli bileşik vücudumuzda sindirildiği sırada bir siyanür bileşiği olan hidrojen siyanüre (HCN) dönüşür. 

Doğal süreçler, endüstriyel faaliyetler ve tarımsal faaliyetler (pestisit kullanımı) ile siyanür ve siyanür bileşikleri toprak ve suya geçebilmektedir. Suda hidrojen siyanür formu bulunmaktadır. Toprakta bulunan siyanür, toprakta bulunan bazı mikroorganizma türleri tarafından değişik kimyasal türlere dönüştürülür. Fakat yüksek konsantrasyondaki siyanür mikrorganizmalar için de toksik etkiye sahiptir. Bitkiler tarafından en iyi hidrojen siyanür formu alınır [2]. Siyanojenik bitkilerin özellikle çekirdekleri yenildiğinde çekirdeklerinde yoğun olarak bulunan amigdalin vücutta sindirildiğinde HCN’de dönüştürülmektedir.



Benzer şekilde cassava ve lima fasülyesi ile keten yapısında bulunan linamarin bileşiği de vücutta sindirilince HCN’e dönüştürülmektedir [3].

Bu nedenle siyanojenik bitkilerin özellikle çekirdekleri mümkünse tüketilmemeli, tüketiliyorsa da acı çekirdekler kesinlikle yenmemelidir. Çünkü meyve çekirdeklerindeki acılıklık siyanür bileşiklerindek ileri gelmektedir. Bu meyvelerden hazırlanan meyve sularının çekirdekli veya çekirdekisiz olarak preslenmesine bağlı olarak meyve sularında da HCN bulunabilmektedir. Türk Gıda kodeksi yönetmeliğine göre; nugat, badem ezmesi gibi ürünler ve bu ürünlere benzer ürünlerde 50 mg/kg, alkollü içkilerde 1 mg/% alkol, sert çekirdekli meyve konservelerinde 5 mg/kg.  hidrosiyanik asit bulunmasına izin verilmektedir [4].  İnsan vücudu küçük dozlarda siyanür ile başa çıkabilecek yapıdadır. Ağız yolu ile alındığında hidrojen siyanürün ölüme sebebiyet veren dozu 50-100 mg arasındadır. 

Ülkemizde de özellikle çocukların siyanojenik bitkilerin çekirdeklerini yemesi sonucu meydana gelen zehirleneme vakaları mevcuttur. 09.06.2012 tarihli gazete haberine [5] göre; 2 yaşındaki küçük çocuk annesin verdiği kayısı çekirdeğini yediği sırada titremeye ve solunum güçlüğü çekmeye başlamış, hastanede siyanür zehirlenmesi tehşisi konularak, panzehir uygulması yapılıp, kurtarılmıştır.  Zamanında müdahale edilmese kalıcı hasarlar meydana gelebilirdi. Benzer bir vaka örneği Van’da 2010 yılında yaşanmıştır [6]. 4 yaşındaki küçük çocuk kayısı çekirdeği yemiş ve bir süre sonra rahatsızlanmış, hareket kaybı, konuşama güçlüğü komplikasyonları meydana gelmiş, beyninde kalıcı lezyonlar meydana gelmiştir.

Siyanür hücresel hipoksiye yol açan protoplazma zehiridir. Solunum fermentleriyle (sitokrom
oksidaz) birleşerek bunları inaktive eder. Siyanür ve karbonmonoksit mitokondride oksidatif fosforilizasyonu bozar. Elektron taşınmasını engeller. Moleküler karbondioksit ihtiyacını bastırır. Kandan oksihemoglobinin dokulara geçmesini engeller. Beyinde asfiksi sonucu ölüme yol açar. Siyanür zehirlenmesindeki klinik bulgular kan düzeyine göre değişiklik göstermektedir. Hafif olgularda sadece iritasyona bağlı tükürük ve gözyaşı salgısı artarken, orta ve ağır olgularda başağrısı, başdönmesi, kulak çınlaması, sık kusma, konfüzyon, dispne, taşikardi, düzensiz nabız görülür ve bunlar midriasise hatta bilinç kaybı ve komaya yol açar [7].

Siyanür zehirlenmesi olan hastaya  panzehir verilmektedir. Siyanür Antidotları (Panzehir): Siyanür Antidot Kiti: (Amilnitrit, sodyum nitrit, sodyum tiyosülfat) ve Kelocyanor: (Dikobalt EDTA)’dır. Kalıcı hasarlar meydana gelmemesi için kısa sürede müdahale edilmesi gerekmektedir.

Sonuç

Siyanür oldukça zehirli bir bileşik olup, çok çeşitli maruz kalma yolları olması rağmen, gözden kaçan ve hiç aklımıza gelmeyen zehirleneme yollarından bir de siyanojenik bitkilerin olgunlaşmamış çekirdeklerinin, güneşte kurutularak yenmesidir. Bu konuda en fazla zehirlenme vakaları çocuklarda görülmüştür. Bu nedenle özellikle çocuklara bu çekirdekler yedirilmemeli, beklenmedik bir zehirlenme durumunda hızlı bir şekilde sağlık kuruluşuna görütürülerek, sağlık personellerine belirtilerin ilgili çekirdeğin yenmesine mütakip meydana geldiği söylenmelidir.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] Siyanür, Wikipedia Özgür Ansiklopedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/Siyan%C3%BCr, Erişim tarihi: 12.06.2012.
[2] Cyanide, Toxicological Profile for Cyanide, ATSDR, July 2006,  http://www.atsdr.cdc.gov/tfacts8.pdf, Erişim Tarihi: 12.06.2012.
[3] Linamarin, Wikipedia The Free Encyclopedia,  http://en.wikipedia.org/wiki/Linamarin , Erişim Tarihi: 12.06.2012
[4] Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliği, Ek 12, http://www.gkgm.gov.tr/mevzuat/kodeks/kodeks_ekleri/ekler/Gida_Kodex_ek12.htm , Erişim Tarihi:12.06.2012
[5] Fatih Şendil, Kayısı çekirdeğindeki siyanür öldürüyordu, 09.06.2012, Sabah Gazetesi, http://www.sabah.com.tr/Yasam/2012/06/09/kayisi-cekirdegindeki-siyanur-olduruyordu, Erişim Tarihi:12.06.2012
[6] Kayısı çekirdeğindeki siyanür zehirledi, http://www.ntvmsnbc.com/id/25126742/, Güncelleme:27.08.2010, Erişim Tarihi: 12.06.2012
[7] Saz, E.U., Tekgüç, H., Kalkan, S., Özen, S., Karapınar, B., Kayısı çekirdeğinin yol açtığı ağır siyanür zehirlenmesinde başarılı tedavi, Türk Yoğun Bakım Derneği Dergisi - Journal of the Turkish Society of Intensive Care  2009;7(3):166-169.


Devamını Oku »

11 Haziran 2012 Pazartesi

Biber Gazı



 Toplumsal olaylarda caydırıcı amaçlarla kullanılan ajanlar;  3-Quinuclidinyl benzilate, dimetilheptilpiran, kolokol-1, biber gazı (OC), 2-klorobenzalmalononitril (CS), kloroasetofenon(CN), dibenzoxazepine (CR)’dır. Biber gazı olarak bildiğimiz en sık kullanılan bileşikler  kısaca CN (klor-asetofenon)  ve CS (2-klorobenzalmalononitril) diye bilinen bileşiklerdir. Bu bileşikler sentetik halojenli bileşiklerdir. Biber gazı olarak bilinen bu sentetik organik bileşikler gaz halde olmayıp; sıvı veya katı halde bulunurlar. Fakat sprey, el bombası veya mermi şeklinde havaya atıldıklarında veya sıkıldıklarında içeriğinde bulunan yardımcı itici gazlarla birlikte gaz haline geçerler.

 Aslında gerçek biberden elde edilen biber gazı; kapsaisin denilen bileşiklerden elde edilen bir gaz türüdür. Kapsaisin; Oleo Capsicum (OC) denilen bir biber türünden ekstraksiyon yöntemiyle elde edilen yağ bazlı bir organik maddedir. Suda çözünmez, alkol, eter ve kloroform gibi organik çözücülerde çözünür. Kapsaisin doğal olarak biberden elde edildiği gibi sentetik analogları da bulunmaktadır.  Kapsaisinin GC ve HPLC ile analizi yapılabilmektedir.



Kapsaisin yüzyıllardır ağrı kesici olarak da kullanılmaktadır. Günümüzde Herpes zoster enfeksiyonlarını izleyen postherpetik nevralji, psoriasis ve diyabetik nöropatide kullanılmaktadır.  ABD’de toplumsal olaylarda kullanılan bu gazlarda kapsaisin ve kapsaisin türevi bileşiklerin en az % 1.0 civarında bulunması kararlaştırılmıştır. Ticari formülasyonlarda biber gazı %1-10 oranında  kapsaisin içeren  itici bir çözeltiden oluşmaktadır. Üreticinin formülasyonuna göre değişmekle birlikte başka yardımcı kimyasallar da kullanılanılabilmektedir (trikloreten, tetrafloroeten  gibi). Kapsaisin maddesi evlerimizde kullandığımız; kırmızı acı biberlere acı tadı veren maddedir. Biber gazında bu madde daha yoğun hale getirilmiştir. Ayrıca eczacılıkta sıklıkla kullanılan ve yeryüzünün en acı biberi olarak bildiğimiz Şili biberinden de ektraksiyonla aynı madde elde edilip, kulanılabilmektedir. 

Bu maddenin genellikle kalıcı toksik etkileri görülmemekle birlikte, yüksek konsantrasyonda ve uzun süreli maruziyetlerde zararlı etkileri görülebilmektedir. Kısa süreli maruziyetlerle ilgili bilgiler yeterli ise de, uzun süreli ve kronik etkileri konusunda bilgiler sınırlıdır. Biber gazı burun, ağız, göz ve deriye etki eder. Biber gazının sıkılmasından hemen sonra göz ve solunum yolları belirtileri saniyeler içinde başlar. Şiddetli ağrı ve inflamasyon 45 dakika ile bir kaç saat sürer. Etkiler genellikle 1-2 gün içinde tamamen ortadan kaybolur. Bu gaz gözlerde yanma, ağızda acı bir tada neden olmaktadır. Ayrıca yüzün suyla yıkanması halinde de yakıcı etkisini göstermeye devam etmektedir. Küçük sıvı biber gazı damlacıkları havadan hafif olduğu için rüzgarla taşınabilir. Epitel dokular üzerinde ve alerjik vücut ve ciltlerde tahriş edici etkisi bulunmaktadır. 

Kullanılan her kimyasal maddenin zehirleyici olma potansiyeli vardır. Önemli olan hangi dozda kullanıldığıdır. Zararsız olarak nitelendirilebilen basit bir kimyasalın bile aşırı dozu kullanıldığı takirde zehirleyici boyuta ulaşabilmektedir. Biber gazı için de bu durum geçerlidir. Aşırı dozda kontrolsüz olarak; kullanıladığında sağlık yönünden olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Yüksek dozada maruziyet sonucu kardiyak aritmiye (kalple ilgili ritim bozukluğu) sebep olma potansiyeli vardır. Yutulması halinde mide bulantısı, kusma ve ishale neden olabilir. Bazı kişilerde geçici körlüğe neden olabilir. Yapılan çalışmalarda uzun süre tekrar tekrar biber gazına maruz kalanlarda görmede azalma meydana geldiği saptanmıştır. Yakın mesafeden biber gazına mağruz kalanların korneasında hasar meydana gelmektedir.  Ayrıca risk grubu taşıyan insanların mağruz kalması da çeşitli sağlık problemlerine neden olabilir: Örneğin astım hastalarının yüksek dozda biber gazına maruz kalması risklidir. Aynı zamanda gebeler de risk grubundadır. Ayrıca biber gazının kullanıldığı ortam da gazın etkisi yönünden önemlidir: Rüzgarlı havalar gazın yayılımını arttırdığından daha fazla insanın gaza maruz kalması söz konusu olabilir.

Biber gazı sıkılmasını izleyen ölümler bildirilmiş olmasına karşın, ölümlerin çoğunda kokain kullanımı ve postural asfiksi ölüm nedeni olarak değerlendirilmiştir. Biber gazı yalnızca astımlı bir hastada ölüm nedeni olarak bildirilmiştir. Ağız yoluyla öldürücü dozu 0.5-5g/kg’dır. Güney Kaliforniya’daki Sivil Özgürlükler Birliği’nin (American Civil Liberties Union of Southern California - ACLU) hazırladığı bir rapora göre Haziran 1993 ve Haziran 1995 arasında, biber gazına maruziyet sonucu 27 ölümlü vaka yaşandığı bildirilmektedir. Fakat bu rakamlar resmi makamlarca direkt biber gazına bağlı ölümler olarak açıklanmamıştır.

Kapsaisin maddesi yağ bazlı bir madde olduğu için, biber gazına maruz kalanların yüzlerini su ile yıkamaları çoğu zaman gazın etkisini gidermez. Bu nedenle bu maddeyi ciltten uzaklaştırmak için bol sabunlu su (mümkünse bebek şampuanı) ile iyice yıkamak gerekmektedir. Ayrıca yağ bazlı bir madde olduğu için yağlı maddelerle ciltten uzaklaştırmak mümkündür. Cilde biber gazı ile temas etmesi zeytin yağı veya herhangi bir bitkisel yağ ile ovularak; ciltten uzaklaştırılabilir. Limonun biber gazının etkisini azalttığı veya uzaklaştırdığına dair bilimsel bir bilgi mevcut değildir. Solunum yollarının etkilenmesini engellemenin en iyi yolu biber gazı sıkılmış ortamdan uzaklaşmak veya koruyucu maske kullanmaktır. Biber gazının antidotu bulunmamaktadır. Solunum yolu ile biber gazına maruz kalma durumunda yapılacak ilk iş biber gazının etkisi olan ortamdan uzaklaşarak; solunum yolu temizlenmelidir.  

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

  
Kaynaklar

2-What Is Pepper Spray? Is Pepper Spray Dangerous? (Medical News Today) http://www.medicalnewstoday.com/articles/238262.php
3- ‘Pepper Spray’s Effects on a Suspect’s Ability to Breathe’, Theodore C. Chan, Gary M. Vilke, Jack Clausen, Richard Clark, Paul Schmidt, Thomas Snowden, and Tom Neuman, https://www.ncjrs.gov/pdffiles1/nij/188069.pdf
4- Kimyasal Silahlar Gösteri Kontrol Ajanları, Türk Tabipleri Birliği Yayınları, http://www.ttb.org.tr/kutuphane/bibergazi.pdf
5- ACLU, Oleoresin Capsicum - Pepper Spray Update, More Fatalities, More Questions, June, 1995, p. 2.

Devamını Oku »

8 Haziran 2012 Cuma

Mürekkep ve Mürekkep Lekesi


Mürekkebin bir çok türü ve tanımı vardır. Basit bir tanımla mürekkep, yazı veya baskı yapmak için kullanılan, sıvı veya yarı sıvı bir malzemedir. Mürekkepler renkli veya renksiz, su bazlı veya organik bazlı olabilir. Tükenmez kalem mürekkebi, jel kalem mürekkebi, dolma kalem mürekkebi gibi mürekkepler su bazlıdır, yani içeriğindeki kimyasallar suda çözülmüştür. Bazı hallerde mürekkebin daha hızlı kuruması için uçucu organik solventler ilave edilmektedir. Bunlar organik bazlı mürekkepler olarak isimlendirilmektedir. Mürekkepler genelde demir sülfat ve tannik asit ve gallik asit gibi asit karışımı ihtiva ederler. Ayırca renklendirici boyar maddeler, katkı maddeleri, bağlayıcı ve taşıyıcı maddeler içerirler. Günümüzde en çok kullanılan mürekkep, gallik asit, demir(II)sülfat ve tartarik asidin suda çözünmesiyle hazırlanan mavi-siyah mürekkeptir. Tükenmez kalem mürekkeplerinde boyar maddeler de kullanılır. Dolma kalemlerde boyar madde dolma kalemin ucunu tıkayabileceğinden boyar madde kullanılmaz. Stampa mürekkepleri gibi uygulandığı ortam üzerinde kuruması istenilen mürekkeplerin bileşimi tükenmez kalem mürekkebi bileşimine benzemesine rağmen uçucu, düşük viskoziteli organik çözücülerde çözünmesiyle hazırlanırlar. Matbaa mürekkepleri de stampa mürekkepleri organik bazlıdır, petrol türevi çözücüler ve hızlı kurumayı sağlamak amacıyla yardımcı maddeler içeriler.  Sonuç itibariyle mürekkebin bileşimi kullanılacağı amaca ve ürüne göre değişmektedir.

Mürekkep yapısı itibariyle döküldüğü ortamda kalıcıdır. Mürekkep lekesi çoğu zaman başımızın belası olur ve temizlemek zordur. Çünkü kullanılan mürekkebin bileşimini tam olarak bilmemizin imkanı yoktur. Mürekkep lekesi çıkarmada mürekkebin bileşimi kadar, döküldüğü ortamında kimyasal yapısı oldukça önemlidir.  Çünkü mürekkep içerindeki kimyasal maddelerle ortamdaki kimyasal maddeler arasında bir bağ oluşcak ve bu bağın kuvvetine göre ortamdan uzaklaştırılması kolay veya zor olacaktır. Örneğin pamuk lif üzerindeki mürekkep ile deri kumaş üzerindeki mürekkep lekesinin kalıcığı birbirinden farklı olacaktır. Yapısındaki kimyasallara ve bu kimyasalların çözünürlüklerine bağlı olarak; su bazlı mürekkep lekelerini çıkarmak, organik bazlı mürekkep lekelerin oranla görece daha kolaydır.

‘Polar çözücüler polar maddeleri, apolar çözücüler apolar maddeleri iyi çözeler. İyonik maddeler polar çözücülerde iyi çözünürler. Molekülün bir  kısmında elektron fazlalığı ve bunun sonucu  olarak da kısmi negatif yük, bir kısmında ise elektron noksanlığı ve bunun sonucu olarak da kısmi pozitif yük görülen moleküllere polar moleküller denir. Öte yandan elektron dağılımı kutuplaşma göstermeyen moleküllere polar olmayan moleküller veya kısaca apolar moleküller denir. Su polar bir çözücüdür, karbon tetraklorür (CCI4) apolar bir çözüdür. Karbon tetraklorür su içerisinde çözünmez.’ Mürekkep lekesi dahil tüm lekelerin çıkarılmasında bu temel kimya prensibinden yararlanmaktayız.

Bazı çözücü molekülleri polarlık ve apolarlık özelliklerini birlikte  gösterebilirler. Alkol böyle moleküllerdir. Molekülün karbon - hidrojen bağları apolar, oksijen - hidrojen ve karbon - oksijen bağları ise polar özelliktedir. Bir başka deyişle molekülün bir ucu polar özellik, öteki ucu ise apolar özellik gösterir.  Dolayısıyla  alkol çeşitleri hem polar hem de  apolar maddeler için iyi bir çözücüdür. Bu özelliğinden yararlanılarak; alkoller ve bu özellikteki diğer maddeler su bazlı mürekkep lekelerinin çıkarılmasında kullanılabilir.

Mürekkep lekesi çıkarma yolları: Öncelikle mürekkep lekesine erken müdahale oldukça önemlidir. Leke oluştuğu an müdahale edilirse çıkarmak o kadar kolay olur. Mürekkep lekesi olan kıyafetinizin maddi değeri çok yüksek değilse bu lekeyi kendiniz çıkartmayı deyebilirsiniz. Ancak pahalı bir elbise ise hiç uğraşmayıp, işi profesyonel kuru temizlemecilere ve bu iş için üretilmiş profesyonel leke çıkarıcı ürünlere bırakınız.
1)
-Öncelikle mürekkep lekesi çıkaracağınız kumaşın altına beyaz kağıt havlu koyunuz ve kumaşn diğer yerlerine sıvı dağılmayacağından emin olun.
-Bir parça pamuğu denatüre metil alkol (ispirto), etil alkol veya izopropil alkole batırarak; leke üzerine hafif hafif uygulayınız. Uygulama sırasında sürtmek, çitilemek kıyafetin lif yapısına zarar verebilir. Alkol mürekkebin pigment maddelerini nötralize ederek; su ile uzaklaştırılmasını sağlar. Pamuk mürekkeple kirlendikçe; pamuğu değiştiriniz. Pamuğa artık mürekkep geçemeyinceye kadar bu işlemi tekrarlayınız ve yaklaşık 30 dakika alkolün yüzey üzerinde kalmasını sağlayınız. Sonra soğuk su ile yıkayınız. Kalıcı mürekkep lekelerini çıkarmak döngüsel ve uzun bir süreçtir. Bu nedenle sabırla bu işlemi tekrar edip, ardından normal deterjan yıkma işlem yapılmalıdır.
Not: Denatüre alkol; alkolün içilmesini ve içki imalinde kullanılmasını önlemek amacıyla, içine renk ve/veya koku ve/veya tat veren, ancak girdi olarak kullanılacağı imalata zarar vermeyen maddelerden bir veya birkaçının katılması işlemini ifade eder.
2)
-Sentetik olmayan giyisiler için yukarıdaki işlem amonyakla da yapılabilir: Alkol(denatüre alkol):Amonyak; 2:1 oranında karıştırılır. İçerisine bir miktar sirke (asetik asit) ilave edilip, elde edilen çözelti (1) nolu işlemdeki gibi tekrarlanır. Sonra normal yıkama gerçekleştirilir. Burada amonyak polar bir madde olduğundan elde edilen karışım çözeltisinin toplam polaritesini arttırmaktadır.
Not: Mürekkep lekesini çıkarmak için normal sabun yerine deterjan kullanılması gerekmektedir. Çünkü deterjan üçerindeki yüzey aktif maddeler mürekkep lekesinin lif üzerinden çıkmasını ve deterjan molekülleri içerisine hapsedilerek ortamdan uzaklaşmasını sağlar.

Aynı işlemi alternatif olarak; aseton, alkol bazlı saç spreyi, traş losyonu ile gerçekleştirebilirsiniz. Eğer temizleyeceğiniz kumaş beyazsa; renk ağartımından korkmuyorsanız hidrojen peroksit (H2O2) ile de benzer uygulamayı gerçekleştirebilirsiniz.  Benzer işlem aynı şekilde gliserin ile de gerçekleştirilebilir. Fakat farklı olarak; gliserinden sonra bulaşık deterjanıyla hafifce çiteleyip, sonra yıkama işlemine geçmelisiniz.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ

Devamını Oku »