Aktüel Kimya

Biz hayatı kimya ile açıklıyoruz. Kimyasız hayatı düşünemiyor, hayatımıza kimya ile anlam katmaya çalıyoruz. Günlük hayatta kimya ile ilgili ip uçlarını bu blogda veriyoruz.

29 Haziran 2012 Cuma

Teflon




Annelerimizin yemek pişirmede kullandığı, yapışmaz teflon tava ve tencelere bir dönem çok meşurdu. Belki hala öyle ama yerine yeni alternatifler sunulmuş durumda. Belki bu yeni alternatiflerin de etkisiyle teflon maddesinin sağlık üzerindeki etkileri tartışılmakta ve bu konuda çeşitli bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Teflon, florlanmış etilen polimeri olan bir politetrafloroetilendir. PTFE polimerin ticari adı teflondur. Termoplastik olarak sınıflandırılmaktadır.

 PTFE, belli bir sıcaklıktaki ısıya, kimyevi maddelere, neme ve sürtünye karşı dayanıklıdır.Çünkü flor atomların uzun doymuş karbon atomlarından oluşan bu yapıda atomlar arasındaki bağ çok güçlüdür ve bu yapı sayesine PTFE inert özelliklere sahiptir.

Teflon ilk defa Du Pont  kimyagerlerinden Roy Plunkett tarafından 1938 yılında açıklanmış ve sonra malzemenin gelişimi  hızla sürmüştür. Teflon endüstriyel kaplamalar, bir sprey boya gibi malzeme yüzeyine püskürtülmektedir. Tetraflor, etilenin yüksek basıncında serbest radikal başlatıcılarla 75-80oC sıcaklıklarda polimerleşmesinden oluşmaktadır. Tetrafloretilen  daha çok  aşağıdaki tepkimelerde elde edilmektedir [1].
  
CaF2 + H2SO4  ----------> 2 HF + CaSO4          (1)
CHCl3 +2 HF ------------> CHClF2 + 2 HCl       (2)
2 CHClF ------------->    CF2 = CF2 + 2 HCl   (3)

PTFE yapışmayan kaplamalar, ara kaplama ve son kaplama olmak üzere iki kat kaplama tabakasından oluşmaktadır. PTFE kaplamalar, 290 °C’ye kadar  sıcaklıklarda kullanılabilmektedir. Genel olarak bilinen teflon yapısı PTFE olmasına rağmen bunun dışında Teflon FEP (Fluorinated Ethylene Propylene kopolimeri), Teflon PFA (Perfluoroalkoxy), Teflon ETFE (Ethylene ve Tetrafluoroethlene kopolimeri), Teflon–S Tek Tabaka, Teflon–S Kuru Yağlayıcı, Teflon SF altı tane daha temel teflon yapısı mevcuttur.

Yapıştırmayan tava ve tencereler birçok kadına çok pratik bir çözüm gibi görünmekte,  bu tavada ne pişilirse pişirilsin yapışmamakta, kolayca yıkanabilmektedir. Ancak teflon tavaların kullanımında bazı hususlara dikkat edilmezse; sağlık açısından riski olabilmektedir. Mutfakta kullanılan kaplar/tavalar ocakta bırakıldığında ve aşırı ısındığında (280ºC üzerinde) toksik etkilere neden olan ürünler açığa çıkmaktadır.  Polimer kaplamanın ısınmasıyla zararlı asidik ve uçucu gazların ortaya çıktığı bilinmektedir. Telfon kapların sağlık üzerine etkileri konusunda pek çok çalışma yapılmamıştır. Teflonun yapısındaki Perflorooktanoik Asit (PFOA, C-8), sağlık açısından tartışmalıdır. Çalışmalar, teflon ve PFOA’nın aşırı sıcaklıkta tetrafloroetilen (TFE), hegzafloropropan (HFP), oktaflorosiklobütan (OFCB), perfloroizobütan (PFIB), karbonilflorür (COF2), karbontetraflorür (CF4), trifloroasetikasit (TFA), trifloroasetik asit florür, perflorobütan, silikon tetraflorür (SiF4), hidroflorikasit (HF), monofloroasetik asit (MFA) gibi toksik gazların ortaya çıkmasına neden olduğunu göstermiştir [2].  Bu kimyasallar oldukça toksik olup,  polimer gaz sendromuna neden olabilmektedir. Polimer Gaz Sendromunun (Polymer Fume Syndrome) organoflorürlerin yıkım ürünlerinin solunmasıyla ortaya çıktığı belirtilmektedir. 

-Perfloroizobütan (PFIB): Fosgenlere göre yaklaşık 10 kat daha toksiktir.  Bu gazın solunması, ölümle sonuçlanabilen pulmoner ödeme sebep olmaktadır. Bu gazın solunması, ölümle sonuçlanabilen pulmoner ödeme sebep olmaktadır [3]. 475-540 oC’de açığa çıkmaktadır.


-Perflorooktanoik Asit (PFOA): Teflon malzeme yapımında PTFE polimeri ana madde olmasına rağmen teflon malzemeler sadece bu floropolimerden meydana gelmemekte, ilave sentetik bileşikler de eklemektedir. Perflorooktanoik Asit (PFOA), floropolimerlerin yapımında kullanılan, suda çözünebilen, sudaki sıvıları ve yağları emulsifiye edebilen bir kimyasaldır.


PFOA insanlar için toksik ve kanserojen bir maddedir. Ayrıca hormon dengesi üzerinde de etkileri bulunmaktadır. Amerikada yapılan bir çalışmada kan serumunda PFOA seviyesi yüksek olanlarda; kolestrol ve  ürik asit sevilerinde artma olduğu saptanmış ve PFOA ile ilişkilendirilmiş, erken hayvan deneylerinde US’de kronik böbrek hastalıkları ile PFOA arasında bir bağlantı olabileceği bildirilmiştir [4].

-Karbonilflorür(COF2): Fosgenin florürlü analoğudur. 440-700 oC’de açığa çıkmaktadır.  Yüksek derecede toksiktir. Solunum yoluyla alındığında ölümcül olabilir.

-Monofloroasetikasit (MFA):  Düşük dozlarda bile  öldürücüdür.  Solunması halinde öksürük, boğaz ağrısı, uyuşma karıncalanma hissi, aritmi meydana gelebilir. Trikkarboksilik asit döngüsünü inhibe eder [2].

-Hidroflorik asit (HF): Yüksek derecede toksik ve aşındırıcı bir gazdır.  Solunum yoluyla alınması akciğerde büyük hasarlara ve ödeme sebep olabilmektedir [2].

Teflon üreticilerine göre mutfakta kullanılan malzemelerde bu sıcaklıklara çıkmak mümkün olmadığı için; günlük kullanımdaki teflon sağlık açısından bir risk oluşturmamakta, teflonun kullanıldığı sanayi kollarındaki işçiler bu toksik gazlarıdan etkilenme riskine sahiptir. Ancak bazı uzmanlar bunun aksini savunmakta, boş tavanın 400 oC’ye çıkabildiğini söylemektedir.

Sonuç:

Teflonun yüksek sıcaklıklarda sağlığa zararlı, toksik gazlar meydana getirerek bozunduğu bir gerçektir. Ancak bu bozunma yaklaşık 400oC’nin üzerindeki bir sıcaklıkta meydana gelmektedir. Mutfakta kullandığımız teflon tava ve tencereler açısından olaya baktığımızda bu sıcaklıklara çıkıp çıkılmayacağı tartışmalı olsa da böyle bir risk olduğu bir gerçektir. Teflonun bu toksik etkisine daha çok teflon malzemesini kullanan sanayi dallarında çalışan işciler maruz kalmaktadır. Bu zehirli gazlarla maruziyet sonucu oluşan belirtiler gribe benzer olduğundan çoğu kez teflondan kaynaklı bir zehirlenme olduğu tehşis edilememektedir. Dahası bu gazlara zehirleyici dozda maruz kalmadığında kısa vadede belirtiler görülememektedir. Tüm bu bilgiler ışığında mutfakta teflon malzemelerini kullanırken almamız gereken önlemleri şu şekilde sıralayabiliriz:
-Teflon kaplarda kısık ateşte pişirme yapmalı ve pişirme süresinin 2 saatten fazla olmamasına dikkat etmeliyiz.
-Bu kaplar yağsız ısıtıldıklarında ani sıcaklık artışı nedeniyle zararlı kimyasalların oluşma ihtimali artmaktadır. Bu nedenle yağsız pişirmelerden kaçınmalıyız.
-Teflon kapların temizliğinde sert, aşındırıcı, delici, çizici... malzemeleri kullanmaktan kaçınmalıyız.
-Eskimiş, çizilmiş teflonların kullanmamalıyız.
-Teflon kap alıken, kaliteli ve güvenli firmalar tercih edilmelidir.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] BROYDSON, J. A., “Plastics Materials”, Butterworth Heinemann Ltd. Linacra House,
Jordan Hill, Oxford, Great Britain, 1989.
[2]  Teflon. http:\tuberose.com/Teflon.html [Erişim Tarihi: 06. 06. 2012].
[3]  Patocka J, Bajgar J. Toxicology of perfuluoroisobutene, ASA_Newsletter, http://www.asanltr.com/ASANews-98/pfib.html  [Erişim tarihi: 06.06.2012].
[4] Shankar, A., Jie X., Alan D., Perfluoroalkyl Chemicals and Chronic Kidney Disease in US Adults, American Journal of Epidemiology, 174 (8): 893–900, 2011.

Devamını Oku »

27 Haziran 2012 Çarşamba

Su



Su günlük hayatımızda kullandığımız en önemli maddedir. Susuz hayat da, susuz kimya da düşünülemez. Hayatın kaynağı, insanların vazgeçilmezi, dünyanın dörtte üçü ... sudur. Bir kimyagere göre; kohezyon kuvvetine sahip renksiz, kokusuz ve tatsız sıvı , H2O, 2 Hidrojen ve 1 Oksijen atomundan meydana gelen bir bileşiktir su. İnsan yemek yemeden haftalarca canlılığını sürdürebilirken susuz ancak birkaç gün yaşayabilir. Kanın %92'si, kemiklerin %22'si, beynin ve kasların %75'i sudur. Bu yazımızda hayatımızda önemli bir yere sahip olan suyu yakından tanımaya çalışacağız.

Su  Tanımları:

-Doğal mineralli su: Yerkabuğunun çeşitli derinliklerinde uygun jeolojik şartlarda doğal olarak oluşan, bir veya daha fazla kaynaktan yeryüzüne kendiliğinden veya teknik usullerle çıkartılan, mineral içeriği, kalıntı elementleri ve diğer bileşenleri ile tanımlanan, her türlü kirlenme risklerine karşı korunmuş yeraltı sularıdır [1]. Doğal mineralli suyun katı tortu olarak hesaplanan mineral miktarı 1500 mg/L’den fazla ise “zengin mineralli”, 500 mg/L’den az ise “düşük mineralli”, 50 mg/L’den az ise “çok düşük mineralli” şeklinde sınıflandırılmaktadır. Bu sınıflandırmayı ambalajlı suyun etiketinde görmeniz mümkündür. Maden suyu olarak adlandırılan sular da doğal mineralli su kapsamında değerlendirilmektedir. Fakat maden sularındaki mineral miktarı, evlerimize aldığımız doğal mineralli sulardan daha fazladır. Ülkemizde piyasa sunulan ambalajlı doğal mineralli sular işlem görmeden, şişelenmektedir. Yurt dışındaki mineralli sulara, suyun yapısında olmayan bazı mineraller dışarıdan ilave edilmektedir. Ülkemizdeki ‘Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik’ gereği bu işlemin yapılması yasaktır. Bu denele ‘Doğal’ olarak adlandırılmaktadır.

-Doğal Kaynak Suyu: Jeolojik koşulları uygun jeolojik birimlerin içinde doğal olarak oluşan, bir veya daha fazla çıkış noktasından yer yüzüne kendiliğinden çıkan veya teknik usullerle çıkartılan ve suyun kimyasal ve mikrobiyolojik yapısını değiştirmeyen, yönetmelikte izin verilenler dışında her hangi bir işleme tabi tutulmaksızın ilgili yönetmelikteki fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif nitelikleri taşıyan, etiketleme gerekliliklerini karşılayan ve satış amacı ile ambalajlanarak piyasaya arz edilen yer altı sulardır [2]. Doğal Kaynak suları adından da anlaşılacağı üzere kaynağından çıktığı gibi şişelenen sulardır. Bu suların kimyasal ve mikrobiyolojik yapısında değişiklik meydana getirecek işlemler yapılamaz. İlgili yönetmelik gereği kaynak sularına kendisine karakteristik özellik veren önemli elementlere ilişkin suyun kaynağındaki niteliğini değiştirmemek kaydıyla uygulanan, muhtemelen oksijenlemeyi takiben demir ve kükürt gibi kalıcı olmayan elementlerin filtrasyon ve boşaltma yoluyla ayrıştırılması, ozonla zenginleştirilmiş hava kullanılarak demir, mangan, kükürt ve arseniğin ayrıştırılması ve tamamen fiziksel yollarla serbest karbondioksidin kısmen veya tamamen ayrıştırılması işlemleri ile kaynak suyunun kimyasal ve mikrobiyolojik niteliklerini değiştirmeyecek tarzda suda asılı kalan çözülmemiş partikülleri uzaklaştırmaya yönelik filtrasyon işlemleri dışında herhangi bir işlem uygulanmaması esastır. Bu amaçla kaynak sularında ozon kullanıldığında; ozon yan ürünleri bromat ve bromoform analizleri yapılmakta, buna göre ozon miktarı ayarlanmaktadır.

-İnsani Tüketim Amaçlı Su: Orijinal haliyle ya da işlendikten sonra, dağıtım ağı, tanker, şişe veya kaplar ile tüketime sunulan içme, pişirme, gıda hazırlama ya da diğer evsel amaçlar için kullanılan bütün sular ile suyun kalitesinin, gıda maddesinin nihai halinin sağlığa uygunluğunu etkilemeyeceği durumlar haricinde insani tüketim amaçlı ürünlerin veya gıda maddelerinin imalatında, işlenmesinde, saklanmasında veya pazarlanmasında kullanılan bütün sularıdır [2]. Ambajlı suların yaygın olmadığı dönemlerde su istasyonlarında satılan sular bu nitelikteki sulardı.

-İçme Suyu: Jeolojik koşulları uygun jeolojik birimlerin içinde doğal olarak oluşan, bir çıkış noktasından sürekli akan veya teknik usullerle çıkarılan ve Sağlık Bakanlığınca uygun görülen dezenfeksiyon, filtrasyon, çöktürme, saflaştırma ve benzeri işlemler uygulanabilen ve parametre değerlerinin eksiltilmesi veya arttırılması suretiyle fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif parametre değerleri elde edilen, etiketleme gerekliliklerini karşılayan ve satış amacı ile ambalajlanarak piyasaya arz edilen yer altı sulardır [2]. Bu sular işlenmiş sulardır. İçme sularının doğal kaynak sularından temel farkı işlem görmüş olmalarıdır. Tüketiciler içme suyu ile doğal kaynak suyu farkını şu şekilde anlayabilirler: ilgili yönetmelik gereği işlenmiş suların etiketleri kahverengi ve tonları ağırlı olarak dizayn edilmiş, doğal kaynak sularının etiketleri ise mavi ve tonları ağırlıklı olarak dizayn edilmiştir. Sağlık açısından değerledirildiğinde; doğal kaynak sularının içme sularından daha sağlıklı olduğuna dair herhangi bir bilimsel çalışma mevcut değildir.

-İçme-Kullanma Suyu: Genel olarak içme, yemek yapma, temizlik ve diğer evsel amaçlar ile, gıda maddelerinin ve diğer insani tüketim amaçlı ürünlerin hazırlanması, işlenmesi, saklanması ve pazarlanması amacıyla kullanılan, orjinine bakılmaksızın, orijinal haliyle ya da arıtılmış olarak ister kaynağından isterse dağıtım ağından temin edilen ve fiziksel, kimyasal, mikrobiyolojik ve radyoaktif parametre değerlerini sağlayan ve ticari amaçlı satışa arz edilmeyen sularıdır [2].  Bu sular musluklarımızdan akan şebeke sularıdır. Bu sular dere, nehir, göl, baraj vb. kaynaklardan alınarak; çeşitli işlemlerden geçirilip, sağlık açısından risk taşımayacak hale getirilip bizlere sunulmaktadır. Bu neden bu suların kaynağının durumundan çok nihai tükeciye ulaştığı anda ki özellileri önem taşımaktadır. Ülkemizde bu yöntem kullanılmamasına rağmen, yurtdışında kirli kanalizasyon suları dahi arıtılarak içilebilecek konuma getirilebilmektedir.



Su ve Sertlik Kavramı

Sabunu köpürtmeyen suya sert su denir.  Sertliğin ana kaynağı kalsiyum ve mağnezyum iyonlarıdır.
Ca+2   + 2 C17H33COONa → (C17H33COO)2Ca ↓ + 2 Na+   (1)
Mg+2  + 2 C17H33COONa → (C17H33COO)2Mg ↓ + 2 Na+  (2)

(1) ve (2) reaksiyonlarında görüldiği gibi sabun ile Ca+2  ve Mg+2   iyonlarıyla sabun reaksiyona girdiğinde çözünmeyen kalsiyum ve mağnezyum sabunlarını oluşturmakta, dolayısıyla köpürmemektedir. Ortalama bir sertliği insan sağlığı açısından zararı olmamasına rağmen içimi hoş değildir. Doğal kaynak suları yumuşak sulardır. Bu nedenle içimleri lezzetlidir ve insandan bir içmede daha fazla suyu içebilmektedir. Sert sulardan insanlar daha az içme eğilimi göstermektedirler. Doğal mineralli sularda çözünmüş mineral miktarı fazla olduğu için doğal kaynak sularına oranla daha serttirler. Ama yine de doğal mineralli sular da genel itibariyle yumuşak sulardır. İçme suları zaten üzerinde işlem yapıldıkları için sertliği giderilmiş sulardır. Musluklarımızdan akan sula üzerinde sertlik giermek için her hangi bir işlem yapılmadığı için bölgenin su özelliğine göre sertlikleri değişmektedir. Piyasaya doğal kaynak sularının girmesiyle birlikte damak tadımız yumuşak suya alıştığı için musluk sularının tüketimi zor olmaktadır.

Suyun sertliğini kalıcı sertlik ve geçici sertlik olarak iki şekilde sınıflandırmamız mümkündür. Isıtıldığında kaybolan ve kalsiyum ve/veya mağneyum bikarbonattan ileri gelen sertlik geçici sertlik olarak adlandırılır. Çaydanlıklarda sarımsı-kahverengi lekelerin oluşması bu nedenledir. Toprak alkali metallerin silikat, nitrat, klorür ve sülfatları ısıtıldıklarında giderilemez. Bunların oluşturduğu sertliğe kalıcı sertlik adı verilmektedir. Aşırı ısıtma yapılır ve su buharlaştırılırsa; bu maddeler borularda ve kazanlarda taş oluşumuna neden olurlar. Zaten sulardaki suyun en büyük zararı endüstride boru ve kazanlarda oluşturduğu bu etkidir. Bu amaçla endüstriyel ve içme-kullanma sularını yumuşatma amacıyla fosfat yöntemi, damıtma yöntemi, zeolit-permutit yöntemi ve kireç soda yöntemi uygulanabilmektedir. En yaygın kullanılan yöntem kireç soda yöntemidir.

Suların sertliği; Alman sertlik derecesi, Fransız sertlik derecesi, İngiliz sertlik derecesi ve ppm gibi çeşitli birimle ifade edilmektedir. En yaygın kullanım oFr (Fransız Sertlik Derecesi)’dir.(1˚Fr=10 mg CaCO3/1lt. Su)
Toplam Sınıflandırma                                             
Sertlik
0-5 Fr
 Çok Yumuşak Su
5-10 Fr             
Yumuşak Su
10-20 Fr            
Orta Sert Su
20-30 Fr              
Sert Su
>30 Fr            
Çok Sert Su
Tablo-1 : Suyun sertlik değeri açısından sınıflandırılması.

pH kavramı ve Suların pH’sı

pH bir çözeltinin asitlik veya bazlık derecesini tarif eden ölçü birimidir. pH hidrojen iyonun aktivitesi cinsinden bir asit veya bazın derecesini ifade etme yoluyla ihtiyaç duyulan niceliksel bilgiyi sağlar. Bir maddenin pH değeri hidrojen iyonu [H+] ile hidroksil iyonunun [OH-] derişimlerinin oranına direk bağlıdır. pH ölçüsü 1’den 14’de kadardır. pH 7’de hidrojen ve hidroksil iyon sayısı eşittir ve pH 7 nötrdür. pH 7’nin aşağısı asidik, pH 7’nin üzeri bazik pH olarak nitelendirilmektedir.  TS-266’ya göre içme sularındaki pH değerinin 6.5-8.5 arasında olması uygun  görülmektedir. İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki yönetmeliğe göre ise; 6.5-9.5 arası sulara sağlık açısından risk taşımamakta, ambalajlanmış sularda pH’nın 4.5’e kadar düşmesine izin verilmektedir. Yine de bu parametre içme suyunun güvenliği hakkında  doğrudan bilgi vermemektedir. Düşük pH’lı sular korozif oldukları için borulardaki bir takım zehirli metalleri çözebildiğinden içilmeleri pek tavsiye edilmez.  İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkındaki yönetmeliğindeki pH limitlerini aşmayan yüksek pH’lı sular özellikle mide rahatsızlığı olanlar için tavsiye edilmektedir. Çünkü diyetle alınan gıdalarda asitlik artmakta yani pH düşmektedir. İçtiğimiz suyun pH’sı ortalam 7.5 ve üzeri olmalı ki bu pH’yı dengeleyebilsin. Elbette vücudumuz bunu dengeleyebilir, fakat mide problemi olanlarda asidite artıkça, rahatsızlıklar artmaktadır. Vücut kanın pH’ını sürekli 7.35-7.45 aralığında tutmaya çalışır. Kısacası bazik olan yani pH’sı 7’den büyük olan suların tüketilmesi daha faydalıdır. Vücutta tüm metabolik işlemler dengeli bir pH’a bağlıdır.


Ambajlanmış Su Etiketi Okur-Yazarlığı

Aslında bilinçli tüketicinin satın alacağı her ürünün etiketini dikkatle incelemesi gerekmektedir. Fakat etiketlerdeki anlaşılmaz bazı ifadeleri okumanın ne faydası olacak diye bilirsiniz. Bu konuda temel bazı bilgileri öğrenmek gerekmektedir.

Doğal Kaynak Sularının Etiketleri

Bir doğal kaynak suyu şişesini   veya herhangi bir ürünü elinize aldığınızda ilk bakmanız gereken son kullanma tarihine bakmak olmalıdır. Doğal Kaynak sularının etiketinde mavi tonlar ağırlıktadır. Eğer kahverengi tonlar hakimse bu su doğal kaynak suyu değil, işlenmiş sudur. Etikette mavi tok yoksa bile mavi şerit kullanılmış olmadır. Etikette bazı parametre sonuçlarının yazılması zorunludur. Bu parametler ve normal değerleri tablo-2’de verilmiştir.

Parametre
Parametrik Değer
Birim
Alüminyum
200
μg/L
Amonyum
0,50
mg/L
Klorür
250
mg/L
C. perfringens (sporlular dahil)
0
sayı/100 ml
Renk
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

İletkenlik
2500
20 °C’de μS / cm
PH
6,5 -9,5
pH birimleri
Demir
200
μg/L
Mangan
50
μg/L
Koku
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

Oksitlenebilirlik
5,0
mg/L O2
Sülfat
250
mg/L
Sodyum
200
mg/L
Tat
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

22 °C’de koloni sayımı
Anormal değişim yok

Koliform bakteri
0
Sayı/100 ml
Toplam Organik Karbon (TOC)
Anormal değişim yok

Bulanıklık
Tüketicilerce kabul edilebilir ve herhangi bir anormal değişim yok

Tablo-2: Doğal Kaynak Sularının Etiketinde Bulunan Parametreler.
Bu parametleri kısaca açıklamamız gerekirse;
-Renk:Yapraklar, kozalaklı  ağaç meyveleri, ağaç ve sebze artıkları gibi organik maddelerin suyla temasında çözünmeleriyle sular renkli hale gelebilir. Ayrıca tannin, hümik asit ve hümat gibi maddelerin suda çözünmesiyle sular renkli olabilir. Ayrıca demir ve manganı yüksek olan sular sarımsı renkte olmaktadır.  Bu sular tüketilmemelidir.
-Bulanıklık:  Su içerisinde çökebilen veya kolloidal askıda maddeler varsa bunlar sularda bulanıklığa sebep olur ve fiziksel görünümünü bozar. Bu tür sular tüketilmemelidir.
-Tat ve Koku: Sulardaki koku ve tat pekçok etkene bağlıdır. Suların yapısında organik maddeler varsa, klorlama yapılmışsa, çözünmüş gazlar  mevcutsa, canlı organizmal faaliyetleri var; mikroorganizma üremişse,  demir, mangan ve korozyonun metalik ürünleri bulunuyorsa,  fenol gibi endüstriyel atık kirliliği mevcutsa bu suların tat ve kokularında değişiklik meydana gelir.
-Koloni Sayısı: Ekilen besiyerinde üreyebilen tüm canlı hücrelerin sayısıdır. Su içerisinde mikroorganizma üreyip, üremediği hakkında bilgi vermektedir.
-Koliform Bakteri: Çubuksu, gram negatif bakterilerdir. Suda varlıkları suyun dışkı kaynağı tarafından kontamine olduğunun göstergesidir.
- C. Perfringens: Anaerobik, gram pozitif, spor oluşturan çubuk şeklinde bir bakteridir. Kendisi kadar toksinleri de zararlıdır. Sulardaki varlığı fekal bir kirliliğe işaret etmektedir.
- Alüminyum: Alüminyum ve bileşikleri suların arıtımında koagülan olarak en fazla kullanılan maddelerdir. Sudaki alüminyum kaynajkları; suyun bulunduğu yer kabuğu katmanında çözerek bünyesine kattığı alüminyum + arıtma sırasındaki alüminyum geçişi+ endüstriyel atıklarla kirlenmedir. Vücutta aşırı alüminyum birikimi nörotoksiste neden olmaktadır.
-Amonyum: Suda iyonize olmayan (NH3) veya iyonize (NH4+) formda bulunabilir. Suya endüsriyel, tarımsal  faaliyetler, kloraminsyonla dezenfesiyon yan ürünü olarak geçebilir. Amonyumun yüksek olması bakteriyel, kanalizasyon ve hayvancılık atığı kirliliğini göstergesidir.
-Klorür: Klorürü suların dezenfeksiyonunda kullanılan klorla karıştırmamak gerekir. İçme suyundaki klorür doğal kaynaklar, kanalizasyon, endüstriyel deşarjlar, kara karşı sokaklara atılan tuz, kıyı alanlarında tuzlanmadan kaynaklanmaktadır. Klorürün yüksek olması suyun tadında değişikliklere yok açmaktadır.
-İletkenlik: Suyun içinde bulunan elektrolit miktarının bir ölçütüdür. Suyun yapısındaki çözünmüş katı maddeler ile yakından ilişkilidir. Sıcaklık arrtıkça azalır, kirlik arttıkça artar.
-Demir: Doğal olarak suyun yapısında bulunabildiği gibi korozif suların geçtiği ortamdan yapısına aldığı ve su arıtmada demir ve/veya demir bileşiklerinin koagülan olarak kullanımı sonucu sudaki demir miktarı artabilir.
-Mangan: Suyun yapısında doğal olarak bulunmaktadır. İnsan sağlığı açısından hem eksikliği hem de fazlalığı zararlıdır. Nörolojik etkileri soz konusudur.
-Oksitlenebilirlik ve TOC: Sudaki organik karbonun bir ölçüsüdür. Organik kontaminasyonun belirlenmesi amacıyla ölçülmektedir. Ne kadar çok karbon/organik madde varsa o kadar çok O2 tüketilir. Fazlalığı suyun kirliğinin bir ölçüsüdür.
-Sülfat: Suyun yapısında doğal olarak bulunabildiği gibi endüstriyel atıklarla suyun kirlenmesi sonucu da suya geçmiş olabilir. Fazla miktarda alınımı laksatif etki (ishal) yapabilir. Ayrıca suların tadında değişikliğe sebep olur.
-Sodyum: Sodyum (Na) hücre dışındaki katyonlar arasında en çok bulunan madendir. Sodyum vücudun asit-baz dengesinin ayarlanmasında etkili olduğu gibi, organizmadaki ozmotik basıncın oluşmasına da katkıda bulunarak, vücudun su tutmasını sağlamaktadır. Suda sodyum bulunması vücudumuzun sodyum ihtiyacının karşılanmasına katkıda bulunmaktadır. Bu sodyumun hipertansiyon oluşturması veya tuz etkisi göstermesi söz konusu değildir. Ancak suda  200 mg/L’nin üzerinde olması tat açısından olumsuzluk meydana getirebilir.

Doğal kaynak sularının etiketlerindeki parametlerin amlamı kısaca bu şekildedir. Bu sonuçlar zaten normal limitleri taşımak zorundadır aksi halde üretimine ve piyasaya sunulmasına izin verilmez. Ancak yine de bu konuda biraz bilgimizin olması, daha bilinçli bir seçim yapmamıza katkıda bulur. Doğal kaynak sularının etiketlerinde yer alan analiz sonuçları su kaynağı ilk bulunda yapılan anlizler olmasına karşılık bu sular sürekli olarak Sağlık Bakanlığı tarafından kontrol edilmektedir. Kaynak suyu fabrikasının üretim kapasitesine göre değişmekle birlikta ayda en az bir kez bu sular kontrol izlemesi parametrelerine göre analiz edilerek; denetlenmektedir.

Doğal Mineralli Suların Etiketleri:
Doğal Mineralli sular ve maden sularında etikette suyun yapısında bulunan anyon ve katyon miktarları verilmektedir. Bu parametreler tablo-3’de verilmiştir.

Anyonlar
Sembol
Bulunabilecek maksimum miktar mg/L
Florür
F-
5.0
Fosfat
PO4

Bikarbonat
HCO3

Karbonat
CO3

Klorür
Cl-

Nitrat
(NO3)
50
Nitrit
(NO2)
0.1
Silikat
SiO2

Sülfat
SO4

Sülfit
SO3
0.05
Katyonlar


Alüminyum
Al
0.2
Amonyum
NH4

Kalsiyum
Ca

Magnezyum
Mg

Potasyum
K

Sodyum
Na

Demir
Fe+2

Tablo-3: Doğal Mineralli suların etiketlerinde yer alan parametreler

Ambalajlı Su Alırken Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar:

-Mutlaka son kullanma tarihlerini kontrol ediniz.
-Kapaklarının orijinal olmasına dikkat ediniz. Özellikle damacanlar geri dönüşümlü olduğu için bu özelliğe dikkat ediniz. Damaca kapaklarında ‘Shiring’ olup olmadığını kontrol ediniz.
-Çok eskimiş ve yıpranmış damacana suları almayınız.
-Sular açıkta güneş altında beklemişse; şişenin yapısından suya kimyasal geçişi olabileceğinden güneşte bekleyen ürünleri almayınız.
- Sular tüp, alkol gibi kokulu yerlerde depolandığında şişelerin geçirgen yapısı nedeniyle koku absorbe edebileceğinden; tüp ve suları aynı yerde tutan yerlerden su almayınız.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] Doğal Mineralli Sular Hakkında Yönetmelik,Yayımlandığı Resmi Gazete: 1 Aralık 2004, Sayı: 25657.
[2] İnsani Tüketim Amaçlı Sular Hakkında Yönetmelik,  Resmi Gazete Tarihi: 17/02/2005 Resmi Gazete Sayısı: 25730.

Devamını Oku »

25 Haziran 2012 Pazartesi

Propolis Mucizesi



Propolis arıların bitki filiz ve tomurcuklarından topladığı,  antibakteriyal, antiviral, antifungal, antioksidan, antiparazitik özelliklere sahip, bal mumu ve arı enzimleriyle karışık, yapışkan ve reçinemsi bir maddedir [1]. Arılar propolisi kavak, meşe, kayın, okaliptus ağaçları ve çalılıklardan toplarlar. Propolis, eski Yunan’da pro (ön, giriş) ve polis (şehir) anlamında, bal arılarının kovan savunması ile ilgili olarak kullanılmıştır. Propolis çok eski çağlardan beri bilinmekteydi. Mısırlılar ölülerin çürümesini engellemek amacıyla propolisten faydalanmışlardır. Yunanlılar doğal bir antibiyotik olarak kullanılmıştır. Yaşadıgımız yüzyılda  tedavi edici özelliğinin yanısıra doğal kozmetik ve sağlık için kullanılan gıda takviyelerinin içeriğine eklenmektedir [2, 3].

Kimyasal Yapısı:

Propolis içeriği; toplanılan bitki kaynağına, arı türü, ırkı ve ekolojik koşullara bağlı olarak değişmektedir. Yapısında yaklaşık 150 kimyasal bileşik, 20'den fazla mineral madde, bal mumu, reçine ve polen bulunmaktadır. Bunlardan %50’si reçineli bileşikler ve balsam, %30 bal mumu, %10 temel ve aramotik yağlar, %5 polen ve diğer maddelerdir [4].

Bileşik Sınıfı
Bileşik
% 40-60 Balsam
Fenolik maddeler: Fenoller, Fenolik asitler, Flavonoidler, chalconler, fenolik gliseridler
Diğerleri: Alifatik ve fenolik asitler, alkoller, esterler, aldehitler
%3-5 Aromatik yağlar
Mono sesquiterpenler
%20-35 bal mumu
Bal mumu maddeleri
%5 Diğer maddeler
%2,1 temel mineraller , %2 polisakkaritler, %0,7 proteinler, amino asitler, aminler ve amidler, eser miktarda karbonhidratlar, laktonlar, benzoik asit ve esterleri, steroidler, vitaminler
Tablo-1: Kavak ağacından elde edilmiş propolisin içeriği [5].

Propolis 15-25°C arasında mum kıvamında elastik bir yapı göstermekte, soğukta katı kırılgan bir şekle dönüşmektedir. Yüksek sıcaklıklarda (30-40°C) yumuşayıp yapışkan bir durum almakta, 80°C da kısmen erimektedir. Propolisin rengi bitki kaynağına bağlı olarak sarı, yeşil ve koyu kahverengine kadar değişim göstermektedir. Suda az çözünmektedir. Tıbbi amaçlı kullanımlar için %70’lik etanolde çözülmüş çözeltisi kullanılmaktadır.

Sağlık Üzerine Etkisi:

Propolisin sağlık üzerine etkisinin belirlenmesi üzerine literatürde çok sayıda çalışma mevcuttur.  

-Antimikrobiyal etkisi: Tüm propolis türlerinin antimikrobiyal etkiye sahip olduğu bildirilmiştir.  Propolisin etkili olduğu bakteri türleri: Gram-pozitif bakteriler (Bacillus cereus, Bacillus mesentericus, Corynebacterium spp., Corynebacterium diphtheriae, Diplococcus pneumonae, Enterococcus spp., Mycobacteria sp., Mycobacterium tuberculosis, Staphylococcus aureus, Streptococcus: critecus epidermis faecalis mutans, pyogenes, viridans, sobrinus), Gram negatif bakteriler (Branhamella catarrhalis, E. coli, Helicobacter pylori, Klebsiella ozaemae, Proteus vulgaris, Pseudomonas aeruginosa, Salmonella: choleraesuis, dublin, enteritidis, exneri, gallinarum, pullorum, , paratyphi-A, paratyphi-B, Shigella: dysinteriae, sonnei) [5]. Bu nedenle propolis geniş spektrumlu bir antibiyotik olarak kabul edilebilir.

-Antiviral etkisi: Propolisin herpes virüsü, potato virusu, influenza (grip) virusu, adenovirüs, coronavirus, newcastle hastalığı, polio virüs, rotavirus üzerine etkisi olduğunu bildiren çalışmalar mevcuttur [6].

-Antifungial (Mantara karşı) Etkisi: Candida albicans, candida glabrata, candida krusei, ve Trichosporon spp. gibi mantar türlerine karşı etkilidir [7].

-Antiparazit Etkisi:  Cholomonas paramecium,  giardia lambia, trichomonas vaginalis, trypanosoma cruzi gibi parazit türleri üzerine etkilidir [8].

-Antioksidant etkisi: Propolis içerindeği bulunan flavonoidler vasıtasıyla antioksidant etkiye sahiptir. Yapılan çalışmalarda bileşiminde toplam polifenol miktarı fazla olan propolislerin daha fazla antioksidan etkiye sahip olduğu belirlenmiştir [9]. Propolis içeriğindeki maddeler vücudumuzdaki serbest radikallere zararlı etkisini ortadan kaldırarak; çeşitli kanser türleri, immün sistem rahatsızlıkları, romatoid artrit, kardiovasküler ve nörodejeneratif  hastalıklara karşı vücudu korumaktadır.

-Antihistaminik etkisi: Propolis histamin ve serotonin kaynağıdır. Histamin ve seratonin vücudun herhangi bir alerjiye karşı mücadelesi için gereklidir. Antihistaminik etkisi propoliste bulunan biofalavoidin alınması ile gerçekleşmektedir. 

-Propolisin etkili olduğu hastalıklar: Astım, romatizma,  akciğer hastalıkları, kanser, doku yenileyici, şeker hastalığı, toksinleri vücuttan atma, sindirim, solunum, dolaşım sistemi bozuklukları, beriberi,  deri ülseri, diş ağrısı,  mide ülseri, nefrit, kanı temizleme, kolesterolü ve trigliseriti düşürme, unutkanlık, beyin damarlarının kireçlenmesi, yağ yakıcı, guatr, kalp yetmezliği, kaşıntı,tansiyon, prostat, damar sertliği [5, 6, 10].

Geçmişteki Sağlık uygulamaları: Eski Sovyetler Birliği’nde verem hastalığının iyileştirilmesinde hastalara 4 aydan 10 aya kadar 3 kez propolis verilmiş, olumlu sonuçlar alınmıştır. Romanya’da ülser tedavisinde, Rusya’da ameliyat öncesi ve sonrası enfeksiyonu önlemek ve ateş yükselmesini önlemek için hastalara propolis verilmiştir. 

Propolisin kozmetik sektöründe kullanımı:

İşlev
Kullanıldığı Yer
Anti-bakteriyel
Deodorantlar, ter önleyiciler
Kepek önleyici
Şampuanlar ve saç losyonları
Anti-mikrobiyal
Akne önleyiciler, traş sonrası losyonlar
Temizleme
Cilt temizleyici krem ve losyonları
Koruyucu
Tüm Kozmetikler
Tablo-2: Kozmetik sektöründe propolis kullanımı [11].

Kozmetik sektöründe propolis anti-alerji, anti-iltihap, anti-androjen, anti-lipaz, anti-mikrobiyal ve kollajen sentezini arttırıcı etkileri nedeniyle cilt koruyucu olarak kullanılmaktadır [12].

Propolis kullanım şekilleri:

Kimyasal olarak sentezlenen ilaçların artan yan etkileri ve doğal ürünler kullanmaya yönetlik talebin artmasıyla birlikte, propolisten yeni ürünler elde edilmiştir: Kapsül, tablet, granül, pastil, sakız, dudak kremi, diş macunu, ağız spreyi, sabunu, jeli, tozu... Ham propolis ağızda yumuşatılarak sakız şeklinde çiğnenebilir niteliktedir. Propolis güvenli bir diyet ürünü olduğu, düzenli alındığında herhangi bir yan etkisinin olmadığı, hemen her türlü hastalığa karşı olumlu bir direnç yarattığı bilinmekteyse de bazı bünyelerde alerjik etki oluşturma ihtimali mümkün olduğu ve içeriğinde çok sayıda doğal kimyasal madde bulundurduğu için özellikle belirgin bir hastalığı olanların doktor tavsiyesi ve gözetiminde kullanılması önerilir.

Sonuç:

Doğal ürünlere olan ilginin arttığı günümüzde, geçmişte de tıbbi uygulamaları olan propolis antibiyotik ve diğer pek çok özelliği ile karşımıza çıkmaktadır. Propolis içeriğindeki farklı ve çok sayıdaki kimyasal madde ile farklı amaçlarla kullanılabilmektedir. Farklı bölgelerden elde edilen propolisin farklı bileşimlere sahip olması nedeniyle kullanımdan önce propolisin içeriği belirlenerek, bu içeriğe uygun amaçlarda kullanılması gerekmektedir. Kullanım açısından güvenilir bir ürün olmasına rağmen, ilaç amaçlı kullanımlarının doktor tavsiyesi ve gözetiminde olması gerekmektedir.

Dr.Kimyager Hasan ÖZ
hasanmail@hotmail.com

Kaynaklar

[1] Bankova, V., Castro, S.L., Marcucci, M.C., Propolis: recent advances in chemistry and plant origin. Apidologie 31, 315, 2000.
[2] Ghisalberti, E.L., Propolis: A review, Bee World 60, 5984, 1979.
[3] Castaldo, S., Capasso, F., Propolis, an old remedy used in modern medicine, Fitoterapia 73, S16, 2002.
[4] BURDOCK, G. A., Review of the biological properties and toxicity of bee propolis, In Food Chemistry and Toxicology, vol. 36, p. 347-363, 1998.
[5] Bogdanov S., Propolis:Composition, Health, Medicine: A Review, Bee Product Science,
www.bee-hexagon.net, 11 April 2011.
[6] FAO,  Agriculture and Consumer Protection, Propolis, http://www.fao.org/docrep/w0076e/w0076e14.htm
[7] KOC, A. N., SILICI, S., KASAP, F., HORMET-OZ, H.T., MAVUS-BULDU, H., ERCAL, B. D., Antifungal Activity of the Honeybee Products Against Candida spp. and Trichosporon spp., Journal of Medicinal Food, 14 (1-2): 128-134, 2011.
[8] Martos I., Cossentini M., Ferreres F., Tomas-Barberan F.A., Flavonoid Composition of Tunisian Honey and Propolis. J. Agric. Food Chem. 54:2824–2829, 1997.
[9] KUMAZAWA, S., HAMASAKA, T., NAKAYAMA, T., Antioxidant activity of propolis of various geographic origins, Food Chemistry,  84 (3): 329-339, 2004.
[10] Hepşen, F., Tilgen, F., Er, H., Propolis:Tıbbi Özellikleri ve Oftalmolojik Kullanımı, Turgut Özal Tıp Merkezi Dergisi, 3(4):386-391, 1996.
[11] KRELL, R., Value-added products from beekeeping, FAO Food and Agriculture Organization of the United Nations Roma; 409 pp, 1996.
[12] TATSUHIKO, T., NAOKO, K., YUKO, H., Application of the material of honeybee origin,  Application of the cosmetic material of the honeybee origin (Japanese),  Frag J. 30: 17-24, 2011.

Devamını Oku »